GİRİŞ
Hukuk sistemimizde mirasın yasal ve atanmış mirasçılara intikalinde külli halefiyet ilkesi benimsenmiştir. Külli halefiyet ilkesinin hukuki temeli Türk Medeni Kanunu’nun 599.maddesidir. TMK.m.599/f.1 ve f.2 şu şekilde kaleme anılmıştır,”Mirasçılar, miras bırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak kazanırlar. Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar miras bırakanın ayni haklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır, taşınmazlar üzerindeki zilyetlerini doğrudan doğruya kazanırlar ve miras bırakanın borçlarını kişisel olarak sorumlu olur.” Dolayısıyla Türk miras hukuku sisteminde külli halefiyet prensibi buyurucu niteliktedir.
Külli halefiyet ilkesinin sonucu olarak iki önemli nokta ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi mirasın yasal ve atanmış mirasçılara derhal ve kanunen(ipso iure)intikalidir. Dolayısıyla yasal ve atanmış mirasçıların mirası kazanmaları için kural olarak herhangi bir irade açıklamasında bulunması zorunlu değildir. Çünkü miras kendiliğinden yasal ve atanmış mirasçılara intikal etmektedir ve bu nokta da mirasçıların mirası iktisap konusundaki isteme arzusu da önem taşımamaktadır. Hatta mirasçıların miras bırakanın ölüm olayından haberdar olmaması dahi iktisabı engellemeyecektir.
Külli halefiyet prensibinin ortaya çıkardığı ikinci önemli sonuç, yasal ve atanmış mirasçılara mirasın bir bütün olarak intikal etmedir. Bir bütün olarak mirasın intikal etmesinin sonucu olarak da mirasçılar bir kişinin ölümü ile onun malvarlığına dahil olan ve miras yoluyla intikali mümkün bütün malvarlığı değerleri örneğin; ölen kişinin taşınırları, taşınmazları, alacakları ve hatta borçları da iktisap eder. Kendiliğinden diğer bir ifade ile kanunen(ipso ıure)ve bir bütün olarak mirası iktisap eden yasal ve atanmış mirasçılar mirasbırakının borçlarında sadece tekere mal varlığı ile değil kişisel malvarlıkları ile sorumlu olacaktır. Kişisel malvarlığı ile de sorumlu olan mirasçıların terekenin borçlarının aktifleri ile karşılanmadığı durumlarda zor duruma düşeceği açıktır. Bu nedenle kanun koyucu bu durumu göz önünde bulundurmuş ve mirasçılara mirasçılık sıfatının kazanmamak konusunda imkan veren mirasın reddi kurumunu TMK’nun 605-618 maddeleri arasında düzenlemiştir.
Son olarak değinilmesi gereken husus TMK’nun 626. ve 627. maddelerinde yer alan düzenlemelerdir. Mirasın kazanılması hususunda, Türk Hukuk sistemleri tarafından kabul edilen iki prensip vardır. Bunlardan biri mirasın kazanılmasını mirasın kabule ilişkin bir irade beyanının varlığına tabi kılmaktadır. Dolayısıyla mirasın kazanılmasına ilişkin kanunda öngörülen süre içinde reddetmezsen kabul etmiş olursun ve ayrıca bir kabul beyanına da gerek olmayacaktır. Miras kanunda belirtilen süre içinde reddedilmedikçe kabul edilmiş sayılacaktır. Ancak genel prensip bu olsa da kanun da istisnaları vardır. TMK’nun 626.maddesinde resmi defter tutma talebinin söz konusu olduğu hallerde TMK’nun 606.maddesinin birinci fıkrasından farklı olarak, bir aylık bir ret süresi öngörülmüştür. Buna göre, defter inceleme bittikten sonra bir ay içinde mirasçı, mirası reddettiğinin ,,resmi tasfiye istediğini veya deftere göre ya da kayıtsız şartsız kabul ettiğini beyan etmelidir. Hakim kanun da öngörülen durumların gerçekleşmesi halinde ek süre verilebilir. Zira burada genel kuralın aksine kabul beyanı aranmıştır ve mirası kayıtsız ve şartsız kabul ettiğini beyan etmelidir. Genel hükümlerden ayrılan diğer bir hüküm de TMK’nun 627. Maddesidir. Bu hükme göre de; mirasçılardan her biri,tanınan süre içinde mirası reddettiğini veya resmi tasfiye istediğini yada deftere göre kabul ettiğini beyan edebilir. Süresi içinde herhangi bir beyanda bulunmayan mirasçı mirası tutulan deftere göre kabul etmiş sayılır.
Mirasın reddi iki şekilde gerçekleşmektedir. İlki mirasçının iradesine dayanan gerçek ret(Eski Medenin Kanun’un ifadesi ile Hakiki ret); diğeri kanundaki karineye dayanan hükmi reddir.
I. MİRASIN REDDİ
A.MİRASIN REDDİ KAVRAMI
Türk Medeni Kanun’un 605 mad. vd maddelerinde düzenlenmiş olan mirasın reddi esas itibariyle bir mirasçının kanun gereği kendisine intikal etmiş olan; diğer bir deyişle, kendiliğinden hiçbir kabul beyanına gerek olmaksızın geçen mirası kabul etmemeye yönelik irade açıklamasıdır. Bu müessesenin amacı Türk Hukuk sistemindeki külli halefiyet ilkesinin getirdiği sonuç olan atanmış ve yasal mirasçıların tereke borçlarından sadece tereke mal varlığı ile değil kişisel mal varlıkları ile sorumlu olmalarının getireceği olumsuzlukları ortadan kaldırmaktır. Çünkü tereke borçlarının tereke mal varlıklarıyla karşılanamaması halinde yasal ve atanmış mirasçıların kişisel malvarlıklarına başvurulması zaruri olabilir. Mirasın reddi kurumunun ilk amacı mirasçının miras bırakanın borçlarından kişisel malvarlığı ile sorumlu olmasının doğuracağı ekonomik zorlukların önüne geçmek ise de diğer bir amacı da külli halefiyet ilkesinin sonuçlarını mirasçı bakımından geçmişe etkili olarak yani miras bırakanın ölümü anından itibaren kaldırabilmektir. Kanun koyucu bu noktayı da dikkate almış ve mirasçıların mirası reddedilmelerine olanak tanıyarak külli halefiyet ilkesinin irade özerkliğine getirdiği sınırlamanın geçmişe etkili olarak ortadan kaldırabilir olmasını sağlamıştır. Bu da mirasçının mirası, miras bırakanın borçlarından sorumluluğunu ortadan kaldırmak dışındaki amaçlarla da reddedilecek olmasına işarettir. Örneğin,mirasçı birlikte mirasçı olduğu diğer kişilerin miras paylarını arttırmak ya da kendisinin mirasçı sıfatı nedeniyle mirasçı olamayacak kişilerin mirasçı olmasını sağlamak amacıyla mirası reddedilir. Esas itibariyle de hiç kimse bir mirası kabule zorlanamaz. Mirasın reddi hakkı TMK’nun 605. maddesinde düzenlenmiş olup bu hak yasal ve atanmış mirasçılara tanınmıştır. TMK’nun 605.maddesinin 1.fıkrasına göre yasal ve atanmış mirasçılar mirası reddedebilir hükmü yer almaktadır.
TMK’da açıkça hüküm altına alınmaması nedeniyle miras bırakanın ölümünden önce de mirası reddedebileceği kuşku oluştursa da yasal ve atanmış mirasçılar mirası ancak mirasın mirasçıya geçmesinden yani miras bırakanın ölümünden sonra reddedebilir. Zira kaynak kanun olan İsviçre Medeni Kanunu’nun Almanca tercümesinde açıkça belirtilmiş olup şu hüküm yer almaktadır;”Yasal ve atanmış mirasçılar kendisine intikal eden mirası reddedebilir”. Sonuç olarak, bizim hukuk sistemimizde mirasın miras bırakanın ölümünden önce reddedilebilmesi mümkün değildir ve dolayısıyla ret hakkından mirasın intikalinden önce feragat edilmesi de herhangi bir hukuki sonuç doğurmayacaktır. Hatta mirasbırakanla mirasçı arasında mirası reddedeceği yönünde miras sözleşmesi yapılsa da durum değişmeyecek ve herhangi bir hukuki sonuç doğurmayacaktır. Ancak isterse mirasçının miras bırakanın ölümünden önce mirastan feragat sözleşmesi yapabilmesine engel yoktur.
B) RED BEYANIN HUKUKİ NİTELİĞİ
Mirasın reddi, süresi içinde tek taraflı hukuki muamele ile mirasın kanundan ötürü ve kül halinde intikalin hükümlerini ortadan kaldırabilmek için, mirasçı sıfatını iktisap etmek istemeyen mirasçıya tanınan bir haktır. Dolayısıyla her ne kadar külli halefiyet ilkesi gereği yasal ve atanmış mirasçılar mirası kanunen derhal ve bir bütün şeklinde iktisap etseler de, bu intikal(geçiş) geçici iktisaptır. Çünkü miraççılar TMK’nun 605.Maddesi uyarınca mirası reddedebilirler. Bu nedenle mirasçıların mirası iktisapları damirasçılık sıfatları da ret süresi içinde mirası reddetmemeleri koşuluna bağlanmıştır. Bu durum da bu iktisabın ve sıfatın kesin iktisap ve sıfat olmanın engellenmesi için ortada mirasın reddine ilişkin bir irade beyanı(irade açıklaması)olmalıdır. Mirası red beyanı hukuki niteliği itibariyle tek taraflı bir irade açıklamasıdır ve bu mirasın reddi beyanı makama varması zorunlu bir beyan niteliğindedir. Hatta TMK’nun 609. maddesine göre mirasbırakanın son yerleşim yeri sulh mahkemesine varması zorunlu olan tek taraflı bir irade beyanıdır. Mirasbırakanın son yerleşim yeri sulh mahkemesine bu beyanın ulaşması ile miras bırakanın ölümü üzerine geçici olarak iktisap edilen mirasçılık sıfatını miras bırakanın ölüm anından itibaren geçmişe etkili olarak kaldırır. Bu nedenle de bu beyan bozucu yenilik doğuran bir hukuki işlem olarak nitelendirilir. Yargıtay’da mirasın reddine ilişkinin irade beyanının bozucu yenilik doğuran bir hukuki muamele olduğunu ve kazanılmış geçici mirasçılık sıfatını geçmişe etkili olarak ortadan kaldırdığını kabul etmiştir. Son olarak ret beyanın hukuki niteliği ile ilgili vurgulanması gereken nokta, gerçek reddin bağışlama olarak nitelendirilemeyeceğidir. Zira bağışlama iki taraflı bir hukuki işlemdir. Oysa yukarıda açıkladığımız üzere ret beyanı tek taraflı varması zorunlu bir hukuki işlemdir. Ayrıca Türk Borçlar Kanunu’nun 285.maddesinin 2.fıkrasında açıkça mirasın reddinin bir bağışlama olmadığı vurgulanmıştır. Çünkü hüküm incelendiğinde henüz iktisap edilmemiş haktan feragat edilmesi bağışlama değildir ifadesi sanki iktisap edilmiş haktan feragat bağışlama olarak nitelendirilebilecek gibi bir anlam çıkmaktadır.
C.REDDİN ÇEŞİTLERİ
1.Gerçek Ret
a.Genel Olarak
Mirasın reddi Türk Medeni Kanununa göre iki şekilde gerçekleşmektedir. Bunlardan ilki gerçek reddir. Gerçek ret, yasal ve atanmış mirasçıların külli halefiyet ilkesi gereği olarak mirası kendiliğinden bir bütün olarak geçici iktisabına kendi iradeleri ile geçmişe etkili olarak son vermesi olarak ifade edilebilir. Dolayısıyla hukukun genel prensibi gereği susma ret anlamı taşısa da TMK’nun 605.maddesin de düzenlenen gerçek redde mirasçının mirası reddettiğini açık bir şekilde beyan etmesine ihtiyaç vardır. Ancak kanunda öngörülen şartlara uyularak ret beyanında bulunan mirasçının ret beyanı hukuki sonuç doğurur. Türk Miras Hukukunda mirasın yasal ve atanmış mirasçılara geçişi mirasın kazanılmasında kural olarak bir irade açıklamasına gerek yoktur. Ancak bu durumun iki istisnası vardır. Diğer bir değişle mirasçıların mirası kazanmaları için ayrıca bir kabul beyanına ihtiyaç vardır. Bu istisnalarda ilki, TMK’nun 605 maddesinin 2.fıkrasında düzenlenen kanundan kaynaklanan karine nedeniyle hükmi reddir. Diğeri ise TMK’nun 614.maddesinde düzenlenen sonra gelen mirasçılar yararına(madun yararına) reddir. Bu iki halde de genel prensibin aksine mirasçılardan kabul hususunda açıkça beyan beklenir. Bu iki hüküm dışında belli nedenlerle ret müessesine başvurmak isteyen mirasçının açıkça beyan da bulunması gerekir.
b.Ret Hakkının Kullanılması
aa.Ret Hakkının Kullanılmasında Ehliyet
Ret hakkının kullanılmasında ehliyet hususu genel itibariyle dört başlık altında ayrı ayrı incelenmelidir. Tam ehliyetliler, tam ehliyetsizler, sınırlı ehliyetliler ve sınırlı ehliyetsizler olarak konuyu ayrı ayrı ele almakta fayda vardır.
Mirasın reddi beyanı hukuki niteliği itibariyle tek taraflı varması zorunlu bozucu yenilik doğuran bir hukuki işlemdir. Bu nitellikteki bir irade açıklaması ile sadece mirasçıların tekere borçlarından sorumluluğu ortadan kalkmayıp aynı zamanda mirasçılar geçici mirasçılık sıfatını kesin olarak kaybederler. Böyle bir hukuki işlem ciddi sonuçlar doğurabileceğinden yasal ve atanmış mirasçıların tam ehliyetli olması yani ayırt etme gücüne sahip, reşit ve kısıtlı olmaması gerekir. Ne var ki ret beyanında bulunma, şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak değildir ve tam ehliyetli mirasçı iradi temsilci aracılığıyla da mirası reddebilir.
Tam ehliyetsizlerin ret beyanına ilişkin irade açıklaması kural olarak hukuki sonuç doğurmaz ve kesin hükümsüzdür. Ancak tam ehliyetsiz yasal veya iradi mirasçının ret beyanının geçersiz olduğunu ileri sürmek TMK’nun 2.maddesi çevresinde dürüstlük kuralına aykırılık oluşturacaksa da bu ret beyanını TMK’nun 2.maddesi gereği geçerli kabul edilmelidir. Diğer bir anlatımla eğer tam ehliyetsiz mirasçı tam ehliyetli olsa idi aynı ret beyanında bulundurdu diyebiliyorsak o halde TMK’nun 2.maddesi uyarınca tam ehliyetsiz mirasçının irade beyanına hukuki sonuç bağlamak yerinde olacaktır.
Tam ehliyetsiz mirasçı velayet altında ise ret beyanını onun adına velayet hakkına sahip olan yasal temsilci tarafından yapılır. Ergin olmayan çocuk kural olarak ana babanın velayeti altındadır. TMK’nun 335.maddesi gereği hâkim vasi atanmasını gerekli görmedikçe kısıtlı erginler de ana babanın velayeti altındadır. TMK’nun 336. maddesinin 1.fıkrasına göre ana baba evli ise evlilik devam ettiği sürece velayeti birlikte kullanırlar ve yine TMK’nun 342.maddesinin 1.fıkrasına göre, ana ve baba velayet hakları çerçevesinde üçüncü kişilere karşı çocukların yasal temsilcisidir. Bu nedenle de çocuğun(tam ehliyetsiz mirasçı) adına ret açıklamasının ana baba tarafından birlikte yapılması gerekir.
Bu halde iki durum söz konudur. İlk durum ana ve babanın hukuki menfaati ile tam ehliyetsiz mirasçı olan küçüğün menfaati çatışırsa ne olacağıdır, ikincisi ise ana ve babanın kendi aralarında velayeti birlikte kullanırken ret açıklaması üzerinde anlaşamamasında durumun nasıl çözüleceğidir. İlk durum da ana ve babanın hukuki yararı ile küçüğün hukuki yararı çatışırsa kayyım tayin edilmelidir. İkinci durumun çözümünün nasıl olacağına ilişkin Türk Medeni Kanunumuzun velayete ilişkin hükümlerinde açıkça bir düzenleme yoktur. Dolayısıyla çözüme Medeni Kanunun aile hukukuna ilişkin hükümleri irdelenerek ulaşılır. TMK’nun 185.maddesi uyarınca eşler evlilik birliğinin mutluluğunu elbirliği ile sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler. Gene TMK’nun 195.maddesinde evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi halinde eşlerin ayrı ayrı veya birlikte hakimin müdahalesini isteyebileceği düzenlenmiştir. Bu iki hüküm incelendiğinde açık hüküm olmasa da varılacak sonuç, mirasın reddi hususunda ana ve babanın arasında anlaşmazlık çıkarsa ana ve baba mahkemeye birlikte veya bağımsız olarak başvurabilirler çünkü mirasın reddi tam ehliyetsiz mirasçı çocuk için önemli bir konudur.
Eşler arasında ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hali gerçekleşmişse hâkim TMK’nun 336.maddesi uyarınca velayeti taraflardan birine verir. Bu halde velayet hakkına sahip olan ana ya da baba tam ehliyetsiz çocuk adına ret açıklamasını yapar. Eğer ana ve baba evli değilse, bu halde de TMK’nun 337.maddesi uyarınca velayet hakkı anaya aittir ve tam ehliyetsiz mirasçı adına ret beyanını ana yapacaktır.
Ancak tam ehliyetsiz kişi vesayet altında ise onun adına ret beyanında vasi bulunacaktır. Vasinin ret beyanın hukuki sonuç doğurması içinde TMK’nun 463.maddesine göre vesayet makamı olan Sulh mahkemesinden, denetim makamı olan Asliye mahkemesinden izin alması gerekecektir.
Sınırlı ehliyetsizlerin durumu iki şekilde incelenmelidir. Ret beyanı şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak olmadığı için sınırlı ehliyetsiz kişi velayet altında ise ret beyanı açıklaması kanuni temsilcisi tarafından mahkemeden izin alması aranmaksızın yapılır ve bu ret beyanı hüküm ifade eder. Oysa sınırlı ehliyetsiz vesayet altında ise denetim ve vesayet makamı izni olmaksızın vasinin ret beyanı hüküm ifade etmez. Ancak TMK’nun 450.maddesine göre vesayet altındaki kişi eğer kişi görüşlerini oluşturma ve açıklama yeteneğine sahipse, vasi önemli işlerde karar vermeden önce olanak ölçüsünde, onun görüşünü almakla yükümlüdür. Zira ret beyanı ile mirasçılık sıfatını kaybedecek olan vesayet altındaki kişi için bu irade açıklaması önemli bir iştir ve görüşünü alınması vasinin sorumluluğu altındadır.
Sınırlı ehliyetlilerin mirası reddi beyanı tam ehliyetli bir kişinin ret açıklaması gibi geçerli olabileceği kabul edilebilir çünkü TMK’nun 429. Maddesi kendisine yasal danışman atanan sınırlı ehliyetli kişinin yasal danışman görüşü alınmadan yapılamayacak hukuki işlemlerini düzenlemiştir ve bu hüküm altında mirasın reddi müessesi yoktur. Bu takdirde, mirasın reddine yönelik irade açıklaması yasal danışmanın izni ya da onayı alınmadan yapılabilecek ve hüküm ifade edecektir. Fakat kendisine yönetim danışmanı atanan sınırlı ehliyetli için aynı şeyi söylenemez. Kendisine yasal yönetim danışmanı atanan sınırlı ehliyetli kişilerin hukuki durumu, malvarlığı sermaye kısmı açısından, büyük ölçüde kısıtlanmış kişilerin hukuki durumuna benzediği için bu kişiler pratik yönden kısıtlanmış gibidirler ve bu kişiler için TMK’nun 463/b.5 maddesi uygulama alanı bulacaktır. Dolayısıyla da bu kişilerin ret açıklamalarının geçerli kabul edilebilmesi için yönetim danışmanın izni ya da onayına ihtiyacı vardır. Aksi halde ret açıklamaları hüküm ifade etmeyecektir.
Mirasın reddine ilişkin ehliyet başlığı altında değinilmesi gereken bir diğer mesele de cenin durumudur. Yani cenin mirası reddedebilecek midir ve eğer reddedebiliyorsa cenin için süre ne zaman başlayacaktır. TMK’nun 28.maddesinin 2. fıkrasına göre, çocuk hak ehliyetini,sağ doğmak koşuluğuyla ve ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder. Diğer yandan TMK’nun 582. Maddesine göre de, cenin sağ doğmak koşuluyla mirasçı olur. Ölü doğan çocuk mirasçı olamaz. Dolayısıyla bu hükümler çerçevesinde cenin sağ doğmak koşuluyla ana rahmine düştüğü andan itibaren mirasçı olabilecektir. Helvacı’da bu hükümler çerçevesinde cenin adına ret açıklamasında bulunulması gerektiğine ve cenin adına da ret açıklamasının da yasal temsilcisi tarafından gerçekleştirebileceğini öne sürmüştür. Bu husus da ret süresinin en erken çocuğun doğumu ile başlayabileceği de göz önünde tutulmalıdır. Her ne kadar TMK’da bu konuya ilişkin açıkça bir hüküm olmasa da Helvacı’ya göre, mirasın paylaşılmasına ilişkin hükümler arasında yer alan, mirasın açıldığı tarihte, mirasçı olabilecek cenin varsa doğuma kadar ertelenir şeklindeki TMK’nun 643.maddesini 1. fıkrasından yola çıkılarak bu sonuca ulaşılabilinir. Diğer yandan doktrin de Albisser CCS.art 311 den yola çıkarak bir evlilik dışı gebeliğin anne tarafından mahkemeye bildirildiği hallerde atanacak karın kayyımının bu ret beyanın da bulanabileceğini savunmuştur. Hatta Albisser,karın kayyımının bu ret beyanında bulunabilmesi için vesayet ve denetim makamlarından izin almalarının gerekli olduğunu savunmuştur. Ancak Helvacı bu görüşün aksine, cenin için ret süresi en erken onun doğumundan itibaren başlayacağı için böyle bir kayyımın gerekli olmadığını ileri sürmektedir. Ayrıca Helvacı Eski Medeni Kanun’un 298.in maddesinin 2 cümlesine göre öngörülen karın kayım görevinin sadece babalık davası ile sınırlı olduğunu belirtmiştir.
Yukarı da belirttiğimiz üzere ret beyanı yasal temsilci aracılığıyla yapılabiliyordu. İncelenmesi gereken bir başka mesele reddin iradi temsilci aracılığıyla gerçekleştirilmesi ve reddin temsilci aracılığıyla gerçekleştirilmesindeki şekil sorunudur. Belirtmek gerekir ki, ret beyanında bulunma, şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardan olmadığından, mirasın reddine ilişkin irade açıklamasının mirası reddetmek isteyen mirasçının iradi temsilci tarafından yapılmasını da mümkündür.
Türk Hukuk sisteminde temsil yetkisinin verilmesi şekle bağlı olmadığı için teorik olarak bir mirasçının kendi adına ret beyanında bulunması için bir başka kişiye sözlü olarak temsil yetkisi verebilir. Her ne kadar teorik olarak ret beyanında bulunulması için bir başka kişiye sözlü olarak temsil yetkisi verilmesi mümkün ise de Velayet Vesayet ve Miras Hükümlerinin Uygulanmasına Dair Tüzüğün 40. Maddesindeki “….vekilin vekaletnamesi de bu tutanağı eklenir…” ifade sözlü temsil yetkisini engellemektedir. Dolayısıyla uygulamada sulh mahkemelerinin sözlü olarak verilmiş temsil yetkisi değil, yazılı şekilde gerçekleştirilmiş yetkilendirmeyi aramaları söz konusu olur. Hatta imzası noterlerce tasdik edilmiş ya da noterlerce re’sen düzenlenmiş vekâletname istemelerinin dahi muhtemel olduğu ifade edilmiştir.
Ret açıklamasının iradi temsilci tarafından yapılması bakımından şekil meselesi dışındaki üzerinde durulması gereken diğer bir husus temsilcinin bu konuda özel olarak yetkilendirilmiş olmasının gerekip gerekmediğidir. Bu konu da doktrin de ve uygulama da farklı görüşler söz konusudur. Bir görüşe göre, TBK’nun 388.maddesinin 3. fıkrasında vekalet dolayısıyla özel temsil yetki gerektiren hallere yer verilmiştir. Bu hükümde, dava açmak, sulh olmak, tahkim talebinde bulunmak, kambiyo taahhüdünde bulunmak,bağışlama yapmak,bir gayrimenkul temlik veya bir hak ile sınırlandırmak özel yetki gerektiren haller olarak sayılmıştır.TBK’nun bu hükmü dışında Hukuk Muhakemeleri Kanunun 74. Maddesinde de özel yetkiyi gerektiren haller sayılmıştır. Bu hükme göre de,”Açıkça yetki verilmemiş ise vekil;sulh olamaz,hakimi reddedemez,davanın tamamını ıslah edemez,yemin teklif edemez,kaldıramaz,müvekkilinin iflasını isteyemez,tahkim ve hakem sözleşmesi yapamaz,konkordato veya sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması teklifinde bulunulamaz ve bunlara muvafakat veremez,alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvuramaz, davdan veya kanun yollarından feragat edemez,karşı tarafı ibra ve davasını kabul edemez,yargılanmanın iadesi yoluna gidemez,hakimlerin fiilleri sebebiyle devlet aleyhine tazminat davası açamaz,hangileri hakkında yetki verildiği açıklanmadıkça kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarla ilgili haklarla ilgili davaları açamaz ve takip edemez.” Görüldüğü üzere bu iki maddede de mirasın reddine yer verilmemiştir. Ancak bu görüş iki sebepten dolayı özel yetki verilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Her ne kadar iki maddede de özel yetki düzenlenmemişse de Türk Medeni Kanunu Velayet,Vesayet, ve Miras Hükümlerinin Uygulamamasına Dair Tüzüğün “Reddin Şekli” başlıklı 39.maddesine yer alan,”…talep bu konuda yetkili olan vekil tarafından yapılmış ise…” ifadesinden ret açıklamasının özel yetki gerektiği sonucuna ulaşılır olduğu ileri sürülmüştür.bu görüşe göre özel yetkiyi gerektirmesindeki diğer sebep ise bu ifadenin ret açıklamasının temsil olunan mirasçı açısından ortaya çıkardığı hukuki sonucunun önemli ve ciddi bir iş olmasından hareket etmesidir. Yargıtay da birçok kararında temsilcinin ret beyanında bulunabilmesi için özel temsil yetkisinin bulunmasını gerektiğini ifade etmiştir. Diğer bir görüşe göre ki Yargıtay’ın da bu yönde kararları vardır TBK’nun 338.maddesinden gelen sınırlamalar ortaya konmuştur ve bunun dışında bir istisnayı kabul edip özel yetki gerektiğini düşünmek işlem güvenliği ilkesi ile bağdaşmaz. Bunun dışında da hem özel yetkiyi gerektiren hallerin benzetme yoluyla genişletilmesi mümkün olmayıp hem de yasaların öngörmediği bir konunun tüzükle benimsenmesini olanak tanınamaz. Dolayısıyla da bu görüşe göre, konuya ilişkin tüzüğün 39. Maddesinin mirasın reddinin özel vekaletname ile gerçekleştirilmesi şartını öngördüğü söylenemez.
cc.Ret Beyanın Şekli ve Özellikleri
Mirası reddin şekli TMK’nun 609.maddesinde düzenlenmiştir. Bu hükme göre mirasın reddine ilişkin irade açıklamasının bir şekle tabi kılınmadığı açıktır. Mirasçı mirasbırakanın son yerleşim yeri sulh mahkemesine yapacağı yazılı veya sözlü irade açıklaması ile mirası reddedilir. Hatta doktrinde irade açıklamasının posta yolu ile mektup veya telgrafla gönderilmesinin de mümkün olacağı ifade edilmektedir. Yalnız yine bu telgraf yada mektubun sulh mahkemesine ulaşması gerekir ve ancak bu andan itibaren hüküm ifade eder Eğer mirası reddeden mirasçının kusuru olmaksızın posta mirası ret süresi geçtikten sonra sulh mahkemesine ulaşırsa hakimin takdir yetkisinde olmakla beraber TMK’nun 615.maddesi uyarınca mirasçıya yeni bir ret süresi verilebilir. Diğer bir husus, TMK’nun 609.maddesi sözlü olarak da bu beyanın yapılabilmesine olanak tanıdığı için mirasçının telefonla yapacağı bir irade açıklamasının hüküm ifade edip etmeyeceğidir. Telefonla da yapılan sözlü irade açıklamasının geçerli olabileceği düşüncesinde olan yazarlar olsa da baskın görüşe göre, telefonla yapılan ret beyanına hukuki sonuç bağlanamaz çünkü mirasçının gerçek yasal ya da atanmış mirasçı olup olmadığının tespiti zordur.
Mirasçının ret beyanında bulunurken belirli formüllere ya da ifadelere ihtiyacı yoktur. Örneğin, mirası reddediyorum ya da mirası ret beyanında bulunuyorum gibi ifadelere yer vermek zorunda değildir. Hatta mirasçı ret kelimesi kullanmasa dahi ret beyanı eğer mirası reddetmek istediği yönündeki arzusunu mirasın reddi konusunda herhangi biri şüpheye yer vermeyecek şekilde ortaya koyuyorsa geçerlidir ve hukuki sonuçlarını sulh mahkemesine süresi içerisinde vardıktan sonra doğurur. Aynı zamanda mirasçı ret beyanında gerekçe veya neden göstermek de zorunda değildir. Sebep gösterilmeden yapılan redde geçerlidir. Burada amaç mirasın reddi konusunda tartışmaya yer bırakmayacak şekilde açık tereddütsüz olmasını sağlamaktır. Zira ret beyanı ile birçok kişinin hukuki menfaatinin etkileneceği tartışmasızdır.
Tüm bu serbestliğin ve şekle bağlı olmamasının yanı sıra kanun koyucu TMK’nun 609.maddesinin 2.fıkrasında sınırlama öngörmüştür. Bu hükme göre ret açıklamasının kayıtsız ve şartsız olması gerekir. Çünkü kanun koyucu reddedilip reddedilmediğini bilmekte menfaati bulunan üçüncü kişileri korumak istemiştir. Kayıt ya da şart içeren ret açıklamalar hükümsüzdür. Dolayısıyla ret beyanı, hiçbir şüphe ve tereddüde yer vermeyecek şekilde, açık ve kesin olmalıdır. Peki mirasın kayıt ve şarta bağlı olarak ret edilmesinin hükmü nedir? Bu konuda doktrinde iki farklı görüş vardır; birincisi mirasın kayıt ve şarta bağlı olarak yapılması durumunda bu beyan geçersizdir ve mirasçılık sıfatı kesin olur ve miras kesin olarak intikal eder. Diğer bir görüşe göre, bu şekilde yapılmış olan ret hükümsüz olmakla beraber, mirasçı üç aylık süresi dolmadı ise gene bu yasal süre içinde, tekrar usulüne uygun olarak mirası reddedilir.
Bunun yanı sıra doktrinde tartışılan diğer bir husus da kanun gereği (ipso ıure) ve bir bütün olarak intikal eden mirasın kısmi reddinin geçerli olup olmayacağı hususudur. Kısmi ret kavramı iki şekilde karşımıza çıkabilir. Bunlardan birincisi mirasçılık sıfatının birden fazla olması durumunda mirasçılık sıfatlarından birinin reddidir. Baskın olan görüşe göre mirasçının dilerse iki ayrı hukuki sebepten kaynaklanan mirasçılık sıfatlarından birini reddedebilmesidir. Örneğin, bir mirasçı hem yasal hem de atanmış mirasçı ise bunlardan birini seçebilecektir. Kısmi reddin bir diğer görünümü, miras payının bir oranının reddedilip edilemeyeceğidir. Öğretide baskın görüşe göre, mirasın belli bir oranını(kesirle belirlenen) ret mümkündür. Bir mirasçı mirası bir bütün olarak reddedebiliyorsa, belli bir oranını da reddedebilir. Dolayısıyla bu şekilde yapılan ret beyanı kayıt ve şarta bağlı olarak yapılmamış kabul edilmekte ve kendisine intikal eden miras bir bütün olarak reddededilebiliniyorsa belirli oranının da reddeedilebilmenin sadece miras payının içeriğinin sınırlandırılması olacağı ifade edilmektedir. Ancak gene de mirasçının örneğin taşınırları ret, taşınmazları kabul ediyorum şeklindeki ret açıklaması kayıt ve şarta bağlı olduğu için hükümsüzdür.
Hâkim herhangi bir kayda ve şarta bağlı ret açıklamalarını kabul etmeme yetiksisine sahip olmalıdır. Mirasçı da şart ve kayıt olduğu için reddedilen irade beyanını mirası ret süresi içinde tekrar şart ve kayıt ihtiva etmeden yapabilmelidir. Ancak bu durum kayıt ve şart içeren ret açıklamalarının kesin hükümsüz olduğu gerçeğini değiştirmez ve kesin hükümsüzlüğün tespiti süresi içinde geçerli bir ret beyanı yoksa her zaman talep edilebilecektir.
Bu başlık altında son olarak vurgulanması gereken nokta TMK’nun 609.maddesinin 2.fıkrasının getirdiği kuralın istisnası olan TMK’nun 614. Maddesidir. Bu hüküm sonra gelen mirasçıların lehine ret halinde, mirası reddeden mirasçının kendisinden sonra gelen mirasçılardan mirası kabul edip etmeyeceklerinin sorulmasını tasfiyeden önce isteyebileceğine ilişkin kayda yer verebileceğine izin vermiştir. Bu da kayıtsız şartsız olması kuralının bir anlamda istisnasını oluşturmaktadır.
cc.Ret hakkının Kullanılmasında Süre
Ret hakkının kullanılmasında süre TMK’nun 606. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu hükme göre, miras, üç ay içinde reddolunabilir. Gerek yasal gerek atanmış mirasçılar mirası üç ay içinde reddetmelilerdir. Mirası ret beyanı yenilik doğuran bir beyan olduğu için bu süre hak düşürücü niteliktedir. Dolayısıyla bu süre içinde miras reddedilmezse mirasçı mirası kabul etmiş olur ve geçici iktisap kesin iktisaba dönüşür.
Ret beyanının süresi içerisinde kullanılmış sayılabilmesi için beyanın üç ay içinde mirasbırakanın yerleşim yeri sulh mahkemesine ulaşmış olması gerekir. Süre şartını mahkemenin resen inceleme yetkisinin olup olmadığı konusu üzerinde farklı görüşler vardır. Yargıtay’a göre, mirasın reddine ilişkin taleplerde sulh hakimi öncelikle ret isteğinin süresinde olup olmadığını ve reddeden kişinin mirasçılık sıfatını taşıyıp taşımadığını tespit eder ve ancak süre ve sıfat şartının gerçekleşmesi halinde bu beyanı tescil eder. Diğer bazı yazarlara göre ise, mirası reddetmek isteyen kişi mirasçılık sıfatını ispat etmek zorunda olmadığı gibi, hâkiminde bu yönde bir araştırma yapmak yetkisi yoktur. Bunun nedeni de genelde hâkimin böyle bir araştırmayı yapacak durumu olmaması ve hâkimin düzenleyeceği tutanağın kesin hüküm kuvvetine sahip olmamasıdır.
Üç aylık hak düşürücü niteliğinde olan ret süresinin başlangıcı yasal ve atanmış mirasçılar bakımından farklılık gösterir. Yasal mirasçılar için süre TMK’nun 606.maddesinin 2. fıkrasına göre mirasçı olduklarını daha sonra öğrendikleri ispat edilmedikçe mirasbırakanın ölümü öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır. Mirasçının mirasçılık sıfatını mirasbırakanın ölüm tarihinden sonra öğrendiğini ispat külfeti buna dayanan mirasçıdadır zira açık hüküm olmasa da mirasçılar dışında kalan kişilerden kendilerinin dışında gelişen bir takım olaylar ve olgular hakkında bilgi sahibi olmalarını beklemek ve ispat külfetini onlara yüklemek doğru bir çözüm olmayacaktır.
Diğer yandan yasal ya da atanmış mirasçı fiil ehliyetine sahip değilse ret süresi yasal temsilcinin mirasçılık sıfatının kazanıldığı ve mirasbırakanın öldüğünü tarihten itibaren işlemeye başlar. Aynı esas iradi temsilciler için de uygulanır. Ret süresi iradi temsilcinin fiil ehliyetine sahip olamayan mirasçının mirasçılık sıfatını ve mirasbırakanın ölümünü öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.
Vasiyetname ile atanmış mirasçılar için sürenin başlangıcı kanunda düzenlenmiş olsa da miras sözleşmesi ile atanan mirasçılar için sürenin başlangıcı düzenlenmemiştir. Vasiyetname ile atanmış mirasçılar için süre mirasbırakanın tasarrufunun kendilerine resmen bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Ancak miras sözleşmesinin mahkeme tarafından açılması ve mahkemece atanmış mirasçıya tebliği söz konusu olmayacağı için yasal mirasçılara ilişkin esasın uygulanacağı kabul edilir. Dolayısıyla süre, mirasbırakanın ölümünü öğrendikleri tarihten itibaren başlayacaktır. Çünkü miras sözleşmesi iki taraflı bir sözleşme olup mirasçı olarak atanan kimsenin mirasçılık sıfatına mirasbırakanın ölümü ile sahip olacağını bildiği kabul edilir. Ancak miras sözleşmesi ile bir üçüncü kişi mirasçı olarak atanırsa bu halde durum farklıdır ve üçüncü kişi lehine miras sözleşmeleri aynen vasiyetnameler gibi açılıp ilgilisine tebliğ olunduğundan, bu mirasçı için ret süresi, vasiyetname ile atanmış mirasçılarda olduğu gibi, kendisine mahkemece yapılan resmi bildirimden itibaren işlemeye başlar.
Ret hakkının kullanılmasında süre başlığı altında açıklanması gereken bir diğer husus da koruma önlemi olarak terekenin deftere geçirilmesi durumunda sürenin ne zaman başlayacağıdır. Bu hususu TMK’nun 607.maddesi düzenlenmiştir. Yasal ve atanmış mirasçılar için herhangi bir ayrıma gidilmez ve bu süren yazım işleminin sona erdiğinin sulh hâkimi tarafından kendilerine bildirilmesi tarihi itibariyle başlar. Diğer bir ifade ile üç aylık bu süre yazımın kendilerine tebliğ tarihi ile başlayacaktır. Diğer yandan TMK’nun 607.maddesinde düzenlenen bu hüküm ancak olağan ret süresinin dolmadığı halde hüküm ifade eder. Koruma önlemi olarak terekenin deftere geçirilmesi haline olağan süresi dolduktan süre başvurulması halinde bir hüküm ifade etmeyecektir. Açıklanması gereken diğer bir husus, ret hakkının sonra gelen mirasçılara intikali halinde sürenin ne zaman başlayacağıdır. Bir mirasçının ret hakkını süresi içinde kullanamadan ölmesi ihtimalini dikkate alan kanun koyucu, TMK’nun 608.maddesinin 1.fıkrasında, mirası reddetmeden ölen mirasçının ret hakkının mirasçılarına geçeceğini hüküm altına almıştır. Bu durumda ret hakkını kullanmadan ölenin yerini alan mirasçının iki ret hakkı söz konusu olacaktır. Birincisi, kendi mirasbırakından intikal eden mirası ret hakkı, diğeri kendi mirasbırakanına onun mirasbırakından geçen mirası ret hakkıdır. Şayet bu iki ret hakkı ancak mirasçının ret süresi dolmadan ölmesine bağlı olarak doğar.
Mirasçı, her iki mirası reddedebileceği gibi, sadece mirasbırakanına kalan yani uzaktan gelen mirası reddedebilir. Fakat mirasçı kendi mirasbırakanından kalan mirası reddedip, diğer yandan uzaktan gelen yani mirasbırakanına kalan mirası kabul edemez. Bunun nedeni mirasın ona mirası reddetmeden ölen kendi mirasbırakanın terekesinin bir parçası olarak geçmesidir. Zira mirasçının tamamı reddedip, bu tamamın bir parçasını kabul etmesi söz konusu olamaz. Kısacası, bir mirasçı ret müddeti dolmadan vefat ederse ona ait mirası ret hakkı TMK’nun 608.maddesinin 1.fıkrasına göre kendi mirasçılarına geçecektir. Bu mirasçılar için ret müddeti, birinci mirasın kendi mirasbırakanlarına geçtiğini öğrendikleri tarihten itibaren işlemeye başlayacak ve fakat TMK’nun 608.maddesinin 2. fıkrasına göre ikinci mirası ret müddeti dolmadan yani kendi mirasbırakanından kalan mirası ret hakkı dolmadan birinci miras ret süresi yani mirasbırakanına mirasbırakanından geçen mirası ret süresi sona eremeyecektir. Öğretide bu süre ortak süre olarak ifade edilmektedir ve kanun koyucunun böyle bir düzenlemeye gitmesinin yerinde olduğu doktrinde ifade edilmektedir. Çünkü bir mirasçıdan daha kendi mirasbırakından kalan mirası ret hakkı konusunda karar verme süresi tamamlanmadan mirasbırakanına geçen miras hakkında bir karar vermesini beklemek yerinde ve adil olamayacaktır. Doktrinde ortak süre olarak ifade edilen sürenin yanı sıra bağımsız süre olarak ifade edilen sürenin başlangıcı, ret hakkına sahip olan mirasçının, kendi mirasbırakanına mirasın intikal ettiğini öğrendiği an olarak karşımıza çıkar. Bu halde TMK’nun 608.maddesinin 2.fıkrasına göre ret hakkı sahibinin, aynı zamanda kendi mirasbırakanın da öldüğünü ve kendisinin de dolaylı olarak mirasçısı olduğunun öğrenmesine bağlıdır.
TMK’nun 608.maddesinde düzenlenen diğer bir durumda ret sonucunda mirasın daha önce mirasçı olamayanlara geçmesidir. Bunlar için ret süresi, önceki mirasçılar tarafından mirasın reddedildiğinin öğrendikleri tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır. Ancak bazı yazarlara göre anılan hükümdeki ret süresinin başlangıcına ilişkin düzenleme gereksizdir. Çünkü aynı sonuca genel hüküm niteliğindek TMK’nun 608.maddesinin 2.fıkrasındaki düzenleme ile ulaşılabilirdi. Ret süresinin uzatılmasına ve yeni ret süresinin verilmesine ilişkin düzenleme TMK’nun 615. maddesidir. Bu maddeye göre, önemli sebeplerin varlığı halinde sulh hakimi, yasal ve atanmış mirasçılara tanınmış olan ret süresini uzatabilir veya yeni bir ret süresi verilebilir. Yasal ve atanmış mirasçıların bu yönde bir talebi olmalıdır aksi halde hakim somut olaydaki duruma göre re’sen mirasçıya yeni bir ret süresi vermez ya da verilen ret süresini uzatmaz. Hakim ret süresinin uzatılması ya da yeni bir ret süresi verilmesi için önemli sebebin varlığını araştırırken mirasçılardan mirası reddi bakımından yasal süre içinde karar vermelerinin beklenilebilir olup olmadığını tespit etmelidir. Zira kanunun ön gördüğü üç aylık süre içinde karar vermenin fevkalade zor olması veya karar verme imkanının olmaması önemli sebep sayılır. Tereke mallarının dağınık olması, mirasçılardan birinin hasta olması veya gaipliği, tereke işlerinin karmaşık olması durumlarında önemli sebep olarak hem öğretide hem de Yargıtay kararlarında benimsenmiştir. Dolayısıyla hakim her somut olaya göre ayrı bir değerlendirme yapacaktır. Diğer yandan, mirasçının talebi üzerine sürenin uzatılması ya da yenir bir süre verilmesi, tekrar önemli sebep varlığı halinde sürenin uzatılması ya da yeni bir süre verilmesine engel teşkil etmemektedir.
dd.Ret Beyanın Geri Alınması ve İptali
Ret beyanın geri alınması ve iptali birbirinden farklı kavramlardır. Zira ret beyanın geri alınmasından bahsedebilmemiz için ilk önce ortada geçerli bir ret beyanı olmalıdır. Oysa ret beyanın iptalinden söz edebilmek için mirasçının irade açıklamasının hata, hile, ikrah gibi nedenlerle sakat olmalıdır ve bu yüzden de mirasçı bu irade beyanını iptal ettirmek istemektedir.
Ret beyanının geri alınmasına ilişkin Türk Medeni Kanunu’nun mirasın reddine ilişkin hükümlerinde açık bir düzenleme yoktur. Fakat TMK’nun 5.maddesi uyarınca Türk Borçlar Kanunun genel hükümlerinin özel hukukun diğer alanlarında da uygulanabileceği göz önünde bulundurulduğunda, Türk Borçlar Kanunun icap ve kabulün geri alınmasına ilişkin hükümlerini kıyasen ret beyanın geri alınması içinde uygulanabilir. Dolayısıyla da üç halde ret beyanı geri alınabilir. Birincisi reddin geri alındığına ilişkin beyanın, mirasbırakanın yerleşim yeri sulh hukuk mahkemesine ret beyanından önce ulaşmasıdır. İkincisi ret beyanı ile reddin geri alındığına ilişkin beyanın aynı anda ulaşması ancak ret beyanı öğrenilmeden geri alındığına ilişkin beyan öğrenilmesi, sonuncusu da reddin geri alındığına ilişkin beyanın ret beyanından sonra ulaşması ancak ret beyanı öğrenilmeden önce reddin geri alındığının öğrenilmesidir.
Ret beyanında bulunma bozucu yenilik doğuran bir hakkın kullanılması niteliğindedir. Bu hakkın en temel özelliklerinden biri de, bir kez kullandıktan sonra bu hakkın tükenmesi ve geri dönülememesidir. Buradan hareketle ret beyanın sulh hukuk mahkemesine varması durumunda kural olarak geri alınmasının mümkün olmadığı söylenebilir ise de doktrinde bu konuda görüş ayrılıkları mevcuttur. Öğreti’de kimi yazarlar diğer tüm mirasçıların rızası ile ret beyanın geri alınabileceğini sürmektedirler. Kocayusufpaşaoğlu’da geri alınabileceğini desteklese de rızası alınacak kimseler konusunda daha ileri gider ve tüm ilgililerin rızasını aramaktadır ve bu ilgili kavramına reddeden mirasçının alacaklılara da dahil etmektedir. Bunun nedeni ilk önce reddedilen miras nedeniyle mirasçı tereke borçlarına ilişkin sorumluluktan kurtulacak ve buna paralel olarak da mirasçının kişisel alacaklılarının tatmin edilmesi daha kolay olmasına karşın ret beyanın geri alınması ile mirasçı tekrar tereke borçlarından sorumlu olacak ve tereke alacaklıları yeniden onun malvarlığına başvurabilecektir. Bu nokta da kişisel alacaklıların önüne geçen tereke alacaklarının yeterince tatmin edilememesi tehlikesi ile karşı karşıya kalınabilinir. O yüzden de reddeden mirasçının alacaklıları da tüm ilgililerin rızası içinde yer alacaktır. Helvacı ise Kocayusufpaşaoğlu’na katılmakla birlikte, tüm ilgililerin rızasının içine tereke alacaklılarını da dahil etmektedir çünkü onlarında hukuken korunmaya değer menfaatlerinin olduğunu ileri sürer.. Ret beyanın iptaline ilişkin düzenleme Medeni Kanununun mirasın reddine ilişkin hükümleri arasında yoktur. Aynen geri alınma müessesinde olduğu gibi TMK’nun 5.maddesinden hareketle Türk Borçlar Kanunun irade sakatlığına ilişkin hükümleri ret beyanın iptaline de kıyasen uygulanacaktır. Dolayısıyla Türk Borçlar Kanunun md.30 vd dayanarak mirasçı ret beyanın iptalini ret beyanın yapıldığı Sulh hukuk mahkemesinden isteyebilecektir. Yargıtay ise aksine ret beyanın iptalinin dava yoluna başvurularak talep edilebilineceği görüşünü benimsemiştir.
ee. Ret Beyanın Yöneltileceği Makam
Ret beyanın yöneltileceği yetkili mahkeme açıkça düzenlenmemiş ise de Türk Medeni Kanunun reddin şekline ilişkin 609. Maddesi ile mirasın açılma yeri ve yetkili mahkemesine ilişkin TMK’nun 576. Maddesi birlikte değerlendirilerek ret beyanın yönelteceği yetkili mahkeme tespit edilecektir. Dolaysıyla TMK’nun 609.maddesinin 4.fıkrasının öngördüğü ve ret beyanın yöneltileceği yetkili mahkeme mirasbırakanın son yerleşim yeri sulh mahkemesidir ve mirası reddetmek isteyen bir mirasçının, ret beyanının mirasbırakanın yerleşim yeri sulh mahkemesine yöneltmesi mecburidir. Aksi halde yapılan ret hüküm doğurmayacaktır. Ancak ret beyanın geçerli olması ve hukuki sonuç doğurması için yetkili mahkemeye yöneltilmesi yetmez. Aynı zamanda sulh mahkemesine varması zorunludur. Fakat mirasçının ret beyanını sulh mahkemesine yöneltmiş olmasına rağmen mirasçının kusuru olmaksızın ret beyanı yetkili sulh mahkemesine süresi içinde varmaz ise mirasçı TMK’nun 615.maddesi gereği olarak hakimden yeniden süre verilmesini isteyebilecektir.
ff.Ret Beyanın Tescili
Ret beyanın tesciline ilişkin TMK’nun 609.maddesindeki düzenlemeye göre; sulh hakimi, sözlü veya yazılı ret beyanını bir tutanakla tespit eder. Gene TMK’nun 690.maddenin son fıkrasında tutanağın ve kütüğün nasıl tutulacağının tüzükle belirleneceği düzenlenmiştir. Dolayıyla Türk Medeni Kanununun Velayet, Vesayet ve Miras hükümlerinin uygulanmasına ilişkin Tüzük’ün 39.maddesinde yer alan hükümde daha açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu hükme göre, mirasçının mirası reddetmek istemesi halinde, hâkim bu beyana ilişkin bir tutanak düzenler ve ret beyanında bulunan mirasçının açık kimliğini tespit eder ve sonrasında tutanağa ret beyanında bulunulduğunu da yazarak tutanağı reddeden mirasçıya, zabıt katibine, kendi imzasını da ekleyerek imzalatır. Hakimin yapacağı bu işlemler kurucu nitelikte olmayıp bildirici niteliktedir. Dolayısıyla yanlış ya da eksik yapılan bu işlemlerin ret beyanının geçerliliğine sirayeti söz konusu olamayacaktır. Bildirici(açıklayıcı)nitelikte olan bu işlemler de amaç üçüncü kişilerin özelliklede alacaklıların mirasın reddinden haberdar olmalarının sağlanmaktır.
TMK’nun 609.maddesinin 4.fıkrasına göre, süresi içinde yapılmış olan ret beyanı, sulh mahkemesince kütüğe yazılır ve reddeden mirasçı isterse kendisine reddi gösteren bir belge verilir. Kanun bu belgenin verilmesi için mirasçının talebi aramaktadır. C.Ret hakkının Düşmesi aa.Ret Süresi ile Ret Hakkının Düşmesi
TMK’nun 610.maddesinde ret hakkının düşmesi müessesi düzenlenmiştir. Bu hükme göre, yasal süre içinde mirası reddetmeyen mirasçı, kayıtsız ve şartsız kazanmış olur. Dolayısıyla, mirası kabul etmek istemeyen mirasçının kanunda öngörülen üç aylık süre içerisinde ret beyanında bulunması zorunludur, aksi halde ret hakkının düşer.
bb. Süre Dolmadan ret hakkının düşmesi
aaa.Açık Kabul beyanı ile
Miras hukukumuzda benimsenen külli halefiyet prensibi gereği miras yasal ve atanmış mirasçılara kanunen ve derhal geçmektedir. Dolayısıyla miras ayrıca kabule ilişkin irade açıklamasına gerek olmaksızın kanun gereğince mirasçılara intikal etmektedir. Bunun yanı sıra mirasçı ret süresi içinde açık kabul beyanında bulunarak ret hakkından feragat edebilir ve kanunen kazanılan geçici mirasçılık sıfatını ve mirası kesin olarak iktisap edebilir.
bbb. Tereke işlerine gereğinden fazla karışma
TMK’nun 610.maddesinin ikinci fıkrasına göre; ret süresi sona ermeden mirasçı olarak tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde olamayan veya mirasbırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan mirasçı, mirası reddetmez. Esas itibariyle bu hükümde mirasın örtülü kabulü sonucunu doğuran işlem ve fiiller düzenlenmiştir. Bunlardan ilki mirasçının terekeye karışması, bunun olağan yönetimini gerektirmeyen veya mirasa ait işlerin idaresi niteliğinde bulunmayan bir işlem ve fiili yapmış olmasıdır. Bu işlem ve fiilleri gerçekleştiren mirasçı, mirasın açıkça kabulünde olduğu gibi ret hakkını sona erdirir ve mirası kesin olarak iktisap eder.
Bu hüküm uyarınca tartışılan husus hükümde yer alan tereke işlerine karışma olgusundan ne anlaşılacağıdır. İsviçre Federal Mahkemesi, tereke işlerine karışma olgusunu objektif olarak değerlendirir ve buna göre bir mirasçının eyleminin terek işlerine karışma olarak nitelendirilebilmesi için, mirasçının o eylemde bulunurken hangi maksatla hareket etmiş olduğunu araştırmaya gerek yoktur. Zira eylem objektif olarak terekeyi olağan yönetimin veya mirasbırakanın işlerin yürütülmesinin sınırlarını aşıyorsa mirasçı ret hakkını yitirecektir. Mirasçının bu halde ret hakkının yitirmesi için işin terekeye ait olduğunu bilmesi gerekir. Yargıtay ise olguyu değerlendirirken İsviçre Federal Mahkemesinin objektif ölçütüne zıt olarak sübjektif ölçütü esas almaktadır ve mirasçının eylemde bulunurken hangi maksatla hareket ettiğini araştırmaktadır. Doktrindeki hakim görüş Yargıtay’ın sübjektif ölçütünü eleştirmektedir çünkü mirasçının asıl maksadının araştırılıp saptanması zordur ve dolayısıyla mirasçının dış âleme yansımamış düşünce ve tasavvurlarını araştırmak yerine, onun dış aleme yansıyan hareketlerinin güven prensibi çerçevesinde yorumlanması gerekir. Güven teorine göre, eğer ilgili kişiler (Mirasbırakanın alacaklıları ya da diğer mirasçılar)mirasçının davranışından hareketle onun mirası reddetmediği sonucuna varmakta genel hayat tecrübeleri ve TMK’nun 2.maddesi gereği haklı iseler, mirasçının davranışının tereke işlerine karışma olarak nitelendirilmesi gerekecek dolayısıyla da söz konusu mirasçının mirası ret hakkını yitirdiği kabul edilecektir. Eğer ilgili kişiler mirasçının mirası reddetmediği sonucuna varırlarsa mirasçının mirası reddettiği sonucuna da varılamayacaktır.
Her ne kadar yukarıda anılan ölçütlere göre bir değerlendirme yapılsa da esas itibariyle bir mirasçının eyleminin tereke işlerine karışma olup olmadığı konusunda hakimin her somut olay için ayrı ayrı değerlendirmesine ihtiyaç vardır ve hakimin takdir yetkisi ile çözüme kavuşturulmalıdır.
Tekeye ait malların çalınmaması için önlem alınması, temerrüt faizine engel olmak için para borcunun ifa edilmesi, terekenin defterinin tutulmasını isteme, terekeye dahil bir işletmenin gerekli olan vergilerinin ödenmesi veya acil onarım işlerinin yapılması, mirasbırakana karşı açılmış bulunan dava ve takiplerde terekenin zarara uğramasını önleyecek nitelikte itiraz ve defiler de bulunulması tereke işlerine karışma olarak nitelendirilemez. Bunun aksine, tereke mallarını satmak, alacakların tahsili, terekeye dahil olan bir taşınmazın mirasçı tarafından kendi adına tescil ettirilmesi, miras bırakanın bir vasiyetini yerine getirme, miras sebebiyle istihkak, tenkis ve paylaştırma davasının açılması ret hakkının düşmesine neden olan davranışlardandır. Ancak TMK’nun 610. Maddesi zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin dolmasına engel olmak için dava açılması ve cebri icra takibi yapılmasının da ret hakkını ortadan kaldırmayacağını açıkça düzenlemiş ve önceki kanun döneminde tartışmalı olan bu hususu açıklığa kavuşturmuştur.
Diğer yandan bir mirasçının mirasçılık belgesi almak için mahkemeye başvurması durumunda mirası ret hakkının düşüp düşmeyeceği hususu tartışmalıdır. Yargıtay’a göre mirasçılık belgesi istemi bir vakanın tespiti ve açıklanmasıdır ve o yüzden mirasçının mirasçılık belgesi almasını tereke işlerine karışma olarak nitelendirilemez ve mirasçının ret hakkı düşmez. Öğreti de ise bir mirasçının mirasçılık belgesi almak için mahkemeye başvurması tereke işlerine karışma olarak nitelendirilmekte ve bu mirasçının mirası ret hakkını kaybettiği kabul edilmektedir.
Diğer bir meselede mirasçının emeklilik mevzuatı çerçevesinde ölen bir kişinin yakınlarına bağlanan dul ve yetim aylıkları ya da ödenen emeklilik ikramiyeleri, destekten yoksun kalma tazminatı veya manevi tazminat talepleri durumlarının tereke işlerine karışma olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğidir. Bu hususlardaki haklar mirasbırakanın ölümü üzerine doğrudan doğruya mirasçıların şahsında doğan haklardır ve terekede yer almazlar. Dolayısıyla bu hususların tereke işlerine karışma olarak nitelendirilemeyeceği üzerinde hiç kuşku yoktur.
ccc.Özel Hukuk Cezası olarak Ret Hakkının Düşmesi
TMK’nnun 610.maddesisin 2.fıkrası şu şekilde düzenlenmiştir;”ret süresi sona ermeden…. tereke mallarını gizleyen veya kendisine maleden mirasçı mirası reddedemez”. Bu hükümle terekeden bir malı kendisine maleden ya da gizleyen bir mirasçın ret hakkını yitireceğini kabul etmiştir.
Bu hükümle ilgili ilk olarak üzerinde durulması gereken husus, hükümde sadece mal değimine yer verilmesinden ne anlaşılacağıdır. Doktrin hükümde kastedilen malların sadece mal olmayıp hükmün mallar dışında tekedeki sair mal varlığı değerlerini, haklarını ve alacakları kapsadığı görüşündedir. Aynı zamanda doktrin, mirasçının tereke mallarını gizlemesi veya kendisine maletmesi nedeniyle mirası ret haklarının düşmesini mirasçılar açısından bir ceza niteliğinde olduğu görüşündedir. Çünkü ret süresi dolmadan bu eylemlerde bulunan kişi istemese de ret hakkını kaybedecek ve mirası kesin olarak iktisap etmek zorunda kalacaktır.
Özel hukuk cezası olarak ret hakkının düşmesini düzenleyen TMK’nun 610. Maddesinin 2.fıkrasının uygulanabilmesi için bazı şartlar vardır. Bunlardan ilki bu eylemelerde bulanan(gizleme ya da maletme)mirasçının ayırt etme gücüne sahip olması gerekir. Bir diğeri; bu eylemleri gerçekleştiren mirasçının mirasçılık sıfatını, gizlediği ya da mal ettiği malvarlığı değerinin terekeye ait olduğunu ya da ait olabileceği bilmesi gerekir. Dolayısıyla mirasçının bu eylemlerde kastının bulunması gereklidir. Son olarak mirasçının gizlediği ya da malettiği malların bir ekonomik değeri olmalıdır. Zira kanun koyucunun bu düzenlemedeki amacı, bir mirasçının diğer mirasçıların ya da tereke alacaklılarının aleyhine olacak şekilde kendisine düşecek hisseyi artırmaya yönelik davranışlarına engel olmaktır.
2.HÜKMİ RET
A.Genel olarak
Türk Miras Hukuku bakımından mirasın reddi iki farklı şekilde gerçekleştirilebilir. Bunlardan birincisi yukarıda ayrıntılı olarak ele aldığımız mirasçının iradesinden kaynaklanan gerçek ret diğeri ise kanunun öngördüğü karineden kaynaklanan Hükmi reddir. TMK’nun 605.maddesinin 2.fıkrasına göre, ölümü tarihinde miras bırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, mirası reddetmiş sayılır. Kanun koyucu zaten reddedileceğini düşündüğü bu mirasın reddine ilişkin karine öngörmüştür.
Hükümdeki şartların gerçekleşmesiyle gerçek redden farklı olarak mirası ret beyanına gerek olmaksızın mirasçının mirası kendiliğinden reddedilmiş olduğu kabul edilir. Zira bu halde de mirasçı terekeyi bu haliyle dahi kabul etmek istiyorsa açık ya da örtülü olarak kabul etmesi gerekir. Diğer yandan hükmi redde dayanmak için kanunda gerçek redde ki yasal sürenin aksine bir süre öngörülmemiştir. Bunun tespiti mahkemeden her zaman istenebileceği gibi, tereke alacaklılarının açtığı dava da her zaman ileri sürülebilir. Çünkü bu bir defidir,itiraz değildir. Ancak itiraz teşkil ettiğini savunan yazarlar da vardır. Zira Yargıtay’da bir kararında terekenin borca batıklığı sebebiyle hükmen reddinin herhangi bir süreye tabi olmadığını belirtmiştir.
Bu düzenlemede yer alan “miras reddedilmiş sayılır ” ifadesinin ne şekilde anlaşılması gerektiği, özellikle de bu ifade biçimi ile kanun koyucunun yasal geçiş ilkesine istisna mı getirmek istediği belirli değildir. Bu mesele üzerine iki farklı görüş vardır.
Birinci görüşe göre, kanun koyucu bu hükümle mirasın mirasçılara mirasbırakanının ölümü üzerine kanunun geçmesine bir istisna getirmiştir ve mirasçılar ancak açıkça ya da örtülü olarak kabul ettikleri takdirde mirası iktisap edeceklerdir.
Diğer bir görüş ise, bu hükümle kanun koyucu yasal geçişe bir istisna getirmemiştir. Esasında maddede sayılan hallerin gerçekleştiği ihtimallerde dahi mirasçılar, mirası, miras bırakanın ölümüyle birlikte kanun gereği kendiliğinden kazanırlar. Bu halde mirasçılık sıfatını korumak isteyen mirasçının bu hususa ilişkin iradesini açık veya zımni olarak beyan etmiş olması gerekir. Bu durumda mirasçının susması kabul değil ret anlamına gelmektedir. Dolayısıyla kanun koyucu bu düzenlemeyle mirasın ret süresini susarak geçirmeleri halinde mirası reddettikleri yönünde bir karine benimsenmiştir. Bu görüşün hem terekenin sahipsiz kalmasına engel olunması hem de TMK’nun 605.maddesinin 2.fıkrasında düzenlenen hüküm ile örtüşmesi nedeniyle kabul edilmesinin daha isabetli olduğu ileri sürülmektedir. Çünkü TMK’nun 605.maddesinde sadece mirasın reddinden bahsedilmiştir. Zira mirasın intikalinde kabul beyanına ihtiyaç olsaydı yalnız kabulden söz edilmesi gerekirdi.
b.Hükmi Reddin Şartları
TMK’nun 605.maddesinin 2.fıkrasında yer alan düzenlemeye göre, ölüm tarihinde mirasbırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır. Bu hükümden hareketle ancak iki halden birinin gerçekleşmiş olması ile karine olarak mirasın reddedilmiş olacağı sonucuna varılacaktır. Hükümde mirasbırakanın ödemeden aciz içinde olmasından anlaşılması gereken terekenin pasiflerinin aktiflerini aşmış olmasıdır yani basit bir nakit darlığı değildir.
Hükmi reddin varlığından bahsedebilmemiz için birinci durum mirasbırakanın ödemeden aczinin açıkça belli olmasıdır. Yalnız burada önemli olan miras bırakanın ödemeden aczinin mirasbırakanın ölüm tarihinde belli olmasıdır. Dolayısıyla ölüm tarihinden farklı bir tarihte açıkça belli olması bu hüküm kapsamında değildir. Düzenlemede açıkça belli olmasından kastedilen en azından mirasbırakanın çevresince biliniyor olmasıdır. Zira bu şart hukuk güvenliği lehine getirilmiştir ve esasen hükmün amacı da mirasçılar ile mirasbırakananın alacaklıları arasındaki menfaat çatışmasını dengelemektir.
Hükmi reddin geçerli olabilmesi için ikinci durum, mirasbırakanın ölüm anında borçlarını ödeyemez durumda bulunmasının resmen tespit edilmiş olmasıdır. Resmen tespit edilme şu haller olabilir; mirasbırakanın aleyhine alınmış bir iflas kararı, miras bırakan aleyhine sürdürülmüş hacizlerin semeresiz kalması nedeniyle alacaklıların aciz vesikası almış olması, miras bırakanın konkordato süreci içerisinde bulunmuş olması.
Hükmi reddin varlığından ve geçerliliğinden bahsedilmemiz için mirasçının TMK’nun 610.maddesinin 2.fıkrasında ki örtülü kabul anlamı doğuracak fiil ve işlemlerde bulunmamış olması gerekir. Aksi takdirde, mirası kabul etmiş sayılır ve mirasçı hükmi redde dayanarak tespiti talebi ile bir dava açamayacağı gibi kendisine karşı alacaklıların açtığı bir dava da savunma olarak ileri süremez.
c.Hükmi Reddin Sonuçları
Hükmi reddin şartlarının gerçekleşmesi ile mirasçı mirasçılık sıfatını kaybeder ve mirasbırakanın borçlarından doğan sorumluluktan kurtulur. Hükmi ret halinde doktrindeki baskın görüşe göre, yasal mirasçıların mirası reddetmiş olması haline benzer bir durum ortaya çıkacağı için terekenin İcra İflas Kanunun 180.maddesi çerçevesinde iflas hükümlerine göre tasfiye edilmesi gerekir. Ancak iki halde mirasın resmi tasfiyesine gidilemez. Birincisi resmi tasfiyeye kadar mirasçılardan biri tarafından terekenin açık veya örtülü kabul edilmesidir. İkincisi, TMK’nun 619 ve devamı maddeleri uyarınca resmi defterinin tutulmasının talep edilmesidir.
D.Devletin Mirası Reddi Meselesi
Devletin mirası reddetme hakkının olup olmadığı doktrinde tartışmalı olmakla beraber ileri sürülen iki farklı görüş vardır. Bir görüşe göre, devletin mirası ret hakkı vardır. Çünkü TMK’nun 605.maddesinin 1.fıkrasına göre, yasal ve atanmış mirasçılar mirası reddedebilir. Zira devlette diğer yasal mirasçılar gibi bir yasal mirasçı olduğuna göre devletinde mirası reddetmesine engel bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla, devletin mirası reddetmesi üzerine en yakın yasal mirasçıların mirası reddetmesine ilişkin TMK’nun 612.maddesi uygulama alanı bulur ve tereke Sulh mahkemesince iflas hükümlerine göre tasfiye edilir. Bu tasfiye sonun da arta kalan değer olursa bu değerler Devlete ait olur. Devlet zorunlu mirasçı olduğu için geriye kalan değeri reddetme hakkına sahip değildir.
Farklı bir görüşe göre ise, Devletin mirası ret hakkına sahip olmasının pratik değeri yoktur. Bunun nedeni devletin tereke borçlarından sorumluluğu diğer yasal mirasçıların sorumluluğundan farklı olarak sadece tereke aktifleri ile sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla devletin mirası ret etmesine ihtiyaç yoktur.
I. Mirasın Reddin Hukuki Sonuçları
Mirasın reddi sonuçları mirasçılar bakımından ayrı incelenmelidir. Yasal mirasçılar tarafından mirasın reddetmesinin sonucu TMK’nun 611.maddesinde düzenlenmiştir ve bu hükme göre, yasal mirasçılardan biri mirası reddederse onun payı, miras açıldığı zaman kendi sağ değilmiş gibi hak sahiplerine geçer. En yakın mirasçıların tamamı tarafından ret edilmesinin sonucu TMK’nun 612. maddesinde düzenlenmiştir. Bu hükme göre, en yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddolunan miras, Sulh mahkemesince iflas hükümlerine göre tasfiye edilir ve tasfiye sonunda arta kalan değerler, mirası reddetmemişler gibi hak sahiplerine geçer.
Sağ kalan eşle mirasçı olan altsoyun tamamının mirası reddetmesinin sonuçları TMK’nun 613.maddesinde düzenlenmiştir. Bu hükme göre, altsoyun tamamının mirası reddetmesi halinde bunların payı sağ kalan eşe geçer. Bu hüküm sağ eşin olup olmamasına göre farklı değerlendirilmelidir. Sağ kalan eş olması durumunda altsoyun tamamının mirası reddetmesi durumunda altsoyun reddettiği miras sağ kalan eşe geçer. Sağ kalan eş de mirası reddederse, en yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddedilmiş olur ve sulh mahkemesince kendiliğinden iflas hükümlerine göre tasfiye edilir. Sağ kalan eş olmaması durumunda altsoyun tamamının mirası reddederse, miras en yakın yasal mirasçılar tarafından reddedilmiş sayılır ve bu durumda da Sulh mahkemesince iflas hükümlerine göre tasfiye olur.
Son olarak mirasın sonra gelen mirasçılar lehine reddedilmesi sonuçları TMK’nun 614. maddesinde düzenlenmiştir. Bu hükme göre, mirasçılar mirası reddederken, kendilerinden sonra gelen mirasçılardan mirası kabul edip etmeyeceklerinin sorulmasını tasfiyeden önce isteyebilirler. Bu takdirde ret, sulh hakimi tarafından daha sonra gelen mirasçılara bildirilir; bunlar bir ay içinde mirası kabul etmezlerse reddetmiş sayılır. Bunun üzerine miras, iflas hükümlerine göre tasfiye edilir ve tasfiye sonunda arta kalan değerler, önce gelen mirasçılara verilir.
Mirasın reddi bazı hallerde miras bırakanın ve mirası reddeden mirasçının alacaklılarının zarara uğramasına neden olabilir. Kanun koyucuda bu durumu dikkate almış ve mirasbırakanın ve mirası reddeden mirasçının alacaklılarına bazı haklar tanımıştır. TMK’nun 617.maddesinde mirasçıların alacaklılarının korunması düzenlenmiştir. Buna göre mal varlığı borcuna yetmeyen mirasçı, alacaklılarına zarar vermek amacıyla mirası reddederse; alacaklıları veya iflas idaresi, kendilerine yeterli bir güvence verilmediği takdirde ret tarihinden başlayarak altı ay içinde reddin iptali hakkında dava açabilirler. Diğer taraftan TMK’nun 618. maddesinde de miras bırakanın alacaklıları korunmuştur ve bu hükme göre ödemeden aciz bir miras bırakanın mirasını reddeden mirasçılar, miras bırakanın alacaklılarına karşı ölümünden önceki beş yıl içinde ondan almış oldukları ve mirasın paylaşılmasında geri vermekle yükümlü olacakları (denkleştirmeye tabi kazandırmalar) değer ölçüsünde sorumlu olurlar. Dolayısıyla miras bırakanın alacaklıları mirası reddetmiş olan yasal mirasçı aleyhine dava yoluna başvurarak miras bırakanın borçlarından sorumlu olmalarını sağlayabilir; ancak TMK’nun 618.maddesinin 2.fıkrasına göre de olağan eğitim ve öğrenim giderleri ve adet üzerine verilen çeyiz mirası reddeden mirasçıların sorumluluğu dışındadır.
SONUÇ
Türk Miras Hukukunda mirasına geçmesine ilişkin külli halefiyet ilkesi benimsenmiştir, bu ilkenin iki sonucu vardır; birincisi mirasın, mirasbırakanın ölümüyle derhal ve kanunen (ipso iure) mirasçıya geçmesidir. İkinci sonucu mirasın bir bütün olarak intikal etmesidir, yani yasal ve atanmış mirasçılara yalnız miras bırakanın hakları değil, miras bırakanın borçları da geçer. Aynı zamanda mirasçılar tereke borçlarından sadece tereke aktifleriyle sorumlu olmayıp, kendi mal varlıkları ile de sorumludurlar, bu nedenle terekenin aktiflerinin borçları karşılamaya yetmediği hallerde mirasçılar ekonomik bakımdan zor durumda kalabilir. Bu durumları kanun koyucu göz önünde bulundurmuştur. Buna bağlı olarak da kanun koyucu külli halefiyet ilkesinin irade serbestîsine getirdiği sınırlamanın miras bırakanın ölümü anından itibaren(geçmişe etkili olarak) ortadan kaldırmasını sağlamak ve mirasçıların miras bırakanın borçlarından sorumlu olmasından kurtarmak amacıyla mirasın reddi kurumunu TMK’nun 605-618 maddeleri arasında düzenlemiştir.
Genel itibariyle Türk Medeni Kanunumuz bakımından mirasın reddi hakkı yasal ve atanmış mirasçılara tanınmış bir haktır. Bu kurum iki şekilde gerçekleştirilebilir; birincisi mirasçının iradesinden kaynaklanan mirası kabul etmeme üzerindeki arzusunun ortaya konması yani gerçek rettir. Gerçek ret mirasçının mirası reddettiğini açıkça miras bırakanın yerleşim yeri Sulh mahkemesine beyan etmesiyle gerçekleşir, geçmişe etkili olarak mirasçılık sıfatını ortadan kaldıran ret beyanı tek tarafa varması zorunlu bozucu yenilik doğuran bir irade açıklamasıdır. Bu irade açıklamasının kanunda öngörülen süre olan üç ay içerisinde Sulh mahkemesine varmış olması gerekir. İkincisi, mirasın hükmen reddidir. Hükmen redden söz edebilmek için miras bırakanın ölümü anında terekesinin aktiflerinin pasiflerini karşılamaya yetmiyor olması ve bu durumun da açıkça belli ya da resmen tespit edilmiş olması gerekir. Gerçek redden farklı olarak susma ret beyanını doğurur. Hükmi reddinin şartlarının varlığına rağmen kabul etmek isteyen mirasçının açık ya da zımni kabul beyanında bulunması gerekir. Hükmi redde dayanmak için he